İnsanın hayatında ancak iki üç kez yaşayabileceği, çocukluk anılarının tadını, ışığını, kokusunu taşıyan o olağanüstü mayıs aylarından biriydi. Maigretye göre ilâhilere yakışır bir mayıs ayı, çünkü ona hem ilk komünyonunu hem de her şeyi onca yeni ve şaşırtıcı güzellikte bulduğu Paristeki ilk baharını anımsatıyordu. Sokakta, otobüste, çalışma odasında bazen uzak bir sese, yüzüne çarpan ılık havaya ve onu yirmi, otuz yıl geriye götüren açık renk bir kadın bluzuna takılıp kalıveriyordu. Önceki gece Pardonlarla yemeğe çıkmadan önce karısı adeta yüzü kızararak sormuştu: -Bu yaşta bu çiçekli elbiseyle gülünç olmuyor muyum Dostları Pardonlar o akşam bir değişiklik yapmışlar, Maigretleri yemeğe evlerine davetetmek yerine Montparnasse Bulvarındaki küçük bir lokantaya götürmüşler, dördü birlikte terasta yemişlerdi. Maigretyle karısı, hiç ses çıkarmadan, bir sır paylaşırmışçasına birbirlerine bakmışlardı, çünkü otuz yıl önce ilk kez bu terasta baş başa yemek yemişlerdi.