"İçimize hapsettiğimiz duygularımızın gardiyanlarına baba derler bizim buralarda. Seni kısıtlayan, hep tepende dikilen ve sana engel olan içindeki korku türevlerinin hepsi birer babadır anlayacağın; tamam mı?.."
Duyduğum pişmanlığın ruhumu kazıdığı anda, mezarın içinin nurani bir aydınlığa büründüğünü görüyorum. "Ölünün canlısı cansızı olmaz ey oğul. Ölü, ölüdür. Uğraşma sen onlarla." diyen sesin, şimdi yanımda oturup ak yaşmağıyla gözlerime bakan öz annemden geldiğini sanıyorum. Başımı eğip ellerimi birleştirerek nereden geldiğini bilmediğim bu sese veriyorum bir müddet kendimi; "İnsan insanın bereketidir oğlum. Herkes başkalarından bir şeyler öğrenerek tamamlar kendini. Sen kendine bak ve içindeki bereketi çoğaltarak büyüt hayatını. Yüreğin mümbitse dünyanın bütün toprakları bahçedir sana. Bırak, başının gözünün sadakası olsun elinden alınanlar.
Hayatın, ciddiye alınacak kadar komik olduğuna yanaşmayıp hep kenarda beklediğimden de gülmüyor asla yüzüm. Sürekli üzerime gelen hayatın esprilerini algılayıp karşılık veremediğim için, üstümden atamadığım dram elbisesini ne hazin ki kendimin sanıyorum.
Son zamanlarda başıma birisi musallat oldu benim. Kafama vurup kulağımı çekiştiriyor durmadan. Neymiş? Onun istediği zamanlarda akmıyormuşum şırıl şırıl. Neymiş efendim; elini değer değmez serinletmeliymişim içini. Haksız değil haksız olmasına da; beni bir anlasa; kaynağımın sömürülmesi için ruhuma sondaj vurulduğunu bir bilse... Ama bilmiyor işte.