Dnya olanları hatırlayıp silkelendikçe, yaşananları inkar etmek istercesine inledikçe, saray aralıklarla sarsılıyordu. Duvarlardaki çatlaklardan sızan güneş ışınları havadaki tozları aydınlatıyordu. Duvarlar, zeminler ve tavanlar yanık izleriyle kaplıydı. Bir zamanların parıltılı, şaşaalı zeminleri, dökülmüş boyalar ve kararmış lekelerle doluydu. Çılgınlık onları da içine alıp dinmeden önce kaçıp kurtulmak istemiş gibi donakalan insan ve hayvanların yanmış kalıntıları isle kaplıydı. Her tarafta ölüler vardı; adamlar, kadınlar, çocuklar... O olağanüstü dinginlik yine bastırmadan önce birer canlı gibi atılıp koridorlar boyunca çakmış şimşeklerin amansız ateşlerinin cürümünden kaçarken yakalanan cesetler, sarayın taşları ile bütünleşmişti. Her biri birer başyapıt olan canlı, renkli duvar halıları ve tablolar ise duvarların yıkılmadığı yerlerde öylece asılı kalmış, adeta olanları inkar edermişçesine etkilenmemişti. Aynı şekilde, fildişi ve altınla bezenmiş o şaheser mobilyalar da çökmeyen zeminlerde hasar görmeden duruyorlardı. Bu zihin bulandırıcı olay, sanki seçtiği belli bir hedefe odaklanmış, diğerleriyle ilgilenmemişti.